
Whistleblowing veya whistleblower terimi İngilizce konuşulan ülkelerde neredeyse 100 yıldır kullanılıyor olsa da ilk kez 1974 yılında ABD’li avukat ve aynı zamanda tüketici hakları savunucusu Ralph Nader tarafından tanımlanmıştır. Nader ihbarcıyı şu şekilde tanımlar: “İhbarcı, kamu menfaatinin, çalıştığı kuruluşun menfaatinden üstün geldiğine inanan, kuruluşun yozlaşmış, yasadışı, dolandırıcılık kapsamına giren veya zarar verici faaliyetlerini ihbar eden kişidir”.
Etik ihlalleri bildirmek, demokratik toplumlarda hem bireysel sorumluluğun hem de toplumsal duyarlılığın bir yansımasıdır. Kamu yararını gözetmek ve kurumsal yanlışları görünür kılmak adına bu adımı atan kişilerin korunması büyük önem taşır. Etkin koruma mekanizmaları, diğer bireylerin de benzer durumlarda sessiz kalmak yerine harekete geçmelerini teşvik eder ve daha şeffaf, hesap verebilir bir yapı inşa edilmesini sağlar.
Avrupa Değişiyor: İhbarcıya Yönelik Misillemeden Hukuki Güvenceye
Uluslararası platformda ihbarcıların korunmasına yönelik çeşitli yasal düzenlemeler bulunmaktadır. Bu düzenlemelere, 16 Aralık 2019’da yürürlüğe giren Avrupa Birliği Bildirim Yapanların Korunması Direktifi (EU 2019/1937) de eklenmiştir. Söz konusu direktif yalnızca mevcut ve eski çalışanlarla sınırlı kalmayıp; iş başvurusunda bulunanlar, taşeronlar, gönüllü çalışanlar, danışmanlar, stajyerler, hissedarlar ve ihbarcılara destek sağlayan kişilerin de korunmasını hedeflemektedir. Bu geniş kapsam, ihbarcıların misillemeden korunarak daha şeffaf ve hesap verebilir bir sistemin inşa edilmesine katkı sağlamaktadır.
Bu direktifin çıkmasıda aslında uzun bir zaman ve bir takım önemli gelişmelerden sonra olmuştur. 2013 senesinde AB tarafından ihbarcıların korunmasına yönelik çağrılar yapılmış ancak ne Avrupa Komisyonu ne de Avrupa Konseyi bu çağrıya bir geri dönüş yapmamıştır. İhbarcılar sayesinde kamuya mal olan, Wikileaks, Panama Belgeleri, LuxLeaks gibi skandalların ardından ihbarcının korunmasına ilişkin direktif önerilmiştir. Bu skandalların ismi geçmişken LuxLeaks ile ilgili büyük bir dersi de sizlerle paylaşmak isterim. Luxleaks skandalı ile birlikte vergi cenneti olarak bilinen Lüksemburg’un 340 küresel şirketle gizli vergi anlaşmaları yaptığı ortaya çıkmıştı. Bunu ortaya çıkaran avukatlar 2015 yılında yapılan bir protesto esnasında AB’ye seslenmiş ve şu cümleleri çarpıcı bir şekilde tüm dünyaya duyurmuştur: “Bu olayı ortaya çıkaran insanların korumasını istiyoruz. Sorun şu anda koruma altına alınmamaları. Gelecekte bu tür skandalları ortaya çıkaracak kişi sayısı azalabilir. Bu insanlara ihtiyacımız var”.
Türkiye’de İhbarcıya Yönelik Yasal Boşluk
Avrupa Birliği’nin Bildirim Yapanların Korunması Direktifi yalnızca AB üyesi ülkelerin sınırları içinde geçerlidir. Bu nedenle, bir AB ülkesinde faaliyet gösteren şirketlerin söz konusu direktife uyum sağlaması zorunludur. Türkiye gibi AB üyesi olmayan ülkelerde ise bu direktif doğrudan bir yasal yükümlülük oluşturmaz. Türkiye’de ihbar mekanizmaları ya da ihbarcı korumasına ilişkin açık bir yasal düzenleme bulunmamakla birlikte, Avrupa Birliği’nin yaklaşımına benzer şekilde bazı adımlar atılmıştır. Ancak Türk hukukunda bu konuda kesin bir çerçeve henüz netleşmemiştir.
Birleşmiş Milletler Sözleşmesi: Türkiye, Birleşmiş Milletler’in (BM) Yolsuzlukla Mücadele Sözleşmesi’ne 9 Kasım 2006 tarihinde taraf olmuştur. Sözleşmenin ihbar veya whistleblowing ile doğrudan ilgili maddeleri bulunmamaktadır. Ancak, genel olarak, yolsuzlukla mücadelede şeffaflık, hesap verebilirlik ve etik değerlerin teşvik edilmesi, ihbar mekanizmalarının oluşturulması veya güçlendirilmesini içeren çeşitli önlemler önermektedir.
Türk Ceza Kanunu: Türk Ceza Kanunu’nun 257. maddesi, kamu görevlilerinin görevleriyle ilgili olarak suç işlenmesini veya hukuka aykırı bir durumu yetkililere bildirmelerini teşvik eder. Bu madde, kamu görevlilerine, işledikleri bir suçu veya suç işlenmesine ilişkin bir durumu yetkililere bildirmeleri durumunda ceza almayacakları güvencesini sağlar. Ancak, bu ihbar etme durumu belirli koşullara tabidir ve yetkililere bildirilen durumun hukuka aykırı olması gerekmektedir. Türk Borçlar Kanunu’nun 396. maddesi uyarınca, çalışanlar da işlerini özenle yapmak ve işverenin meşru menfaatlerini korumak suretiyle sadakatle davranmakla yükümlüdür. Uygulamada, bir çalışanın işyerinde başka bir iş arkadaşının yanlış bir davranışına tanık olması halinde, sadakat borcu uyarınca bu durumu işverenine bildirmesi gerekmektedir.
İş Kanunu: İş Kanunu’nun 25. maddesi, işverenlerin, işçilerin iş sözleşmelerini haklı sebeplerle feshetme hakkını düzenler. Bu madde, işverene işçilerin işyerindeki yasalara aykırı veya ahlaki açıdan kabul edilemez faaliyetlerde bulunması durumunda iş sözleşmesini haklı sebeple feshetme hakkını tanır. Çalışanlara bu tür davranışları bildirmeleri için koruma sağlayacak özel bir kural ya da tanınmış bir hak bulunmamakla birlikte, İş Kanunu ve Türk Borçlar Kanunu çalışanlara sadakat yükümlülüğü getirmektedir.
Yukarıdaki örneklerin de ortaya koyduğu gibi, Türkiye’de ihbarcıların korunmasına yönelik kapsamlı ve bağlayıcı bir yasal düzenleme henüz bulunmamaktadır. Avrupa Birliği Direktifi yalnızca AB üyesi ülkeler açısından geçerli olduğu için Türkiye’de doğrudan bir uygulama alanı yoktur. Ancak, uluslararası şirketlerin bu direktife uyum sağlamak amacıyla Türkiye’deki iştiraklerinde de ihbar sistemleri kurduğu ve ihbarcıların korunmasına ilişkin mekanizmaları uygulamaya koyduğu görülmektedir. Benzer şekilde, yürüttüğümüz bazı iç soruşturmalarda, yasal bir zorunluluk bulunmamasına rağmen, etik ve uyum kültürünü önemseyen büyük ölçekli Türk şirketlerinin de bu konuda adımlar attığına tanık oluyoruz.
Tespit Edilen Suistimallerin Yarısı İhbarlarla Ortaya Çıkıyor !
Uluslararası Suistimal İnceleme Uzmanları Derneği (ACFE)’nin yayımladığı “Occupational Fraud 2024: A Report to the Nations” raporu, ihbar mekanizmasının suistimal tespitinde hâlâ en etkili araç olduğunu bir kez daha ortaya koyuyor. Vakaların %43’ü ihbarlar sayesinde ortaya çıkarılmış durumda.
Türkiye’de İhbarcılar Yalnız Bırakılmamalı
İhbarın suistimalin ortaya çıkarılmasında en etkili yöntem olduğu düşünüldüğünde, Türkiye’de bu alanda yasal düzenlemelere gidilmesi ve koruma mekanizmalarının hayata geçirilmesi artık kaçınılmazdır. Anketlerde bile “ifşa edilme” ya da “misilleme” korkusuyla gerçeği söyleyemeyen bireylerin cesaretini artırmanın yolu, bu güven ortamını yasal çerçeveyle sağlamaktan geçmektedir.
Yasal düzenlemelerin hayata geçirilmesini beklemeden de harekete geçmek mümkündür. Etkin bir ihbar mekanizmasının kurulması ve ihbarcıların güvenliğinin sağlanması, kurumlar açısından öncelikli bir adım olmalıdır. Kimliğinin gizli kalacağını ve misillemeye maruz kalmayacağını bilen çalışanlar, suistimalleri daha hızlı bildirme eğilimi gösterir; bu da risklerin daha erken tespit edilmesini ve suistimalcilerin kurum içinde barınamamasını sağlar.
Unutmayalım; ihbarcıları korumak, sadece bireylerin değil, kurumların da özgürlük ve adalet içinde varlığını sürdürebilmesi için temel bir gerekliliktir.