Birçok şirket, ilk ihbarın hep içeriden, yani çalışanlardan geleceğini düşünür. Bu kısmen doğrudur. Ancak araştırmalar bazen gerçeği ilk fark eden kişinin içeriden biri değil, bir müşteri, bir tedarikçi ya da hatta bir rakip olduğunu gösteriyor.
Bir şirketin etik kültürü, sadece kurallar ve politikalarla değil, o kuralların ne kadar içselleştirildiğiyle ölçülür. Bazen bunu anlamanın en sade yolu, gelen ihbarların kimlerden geldiğine bakmaktır. Çünkü bir ihbar, aslında bir güven göstergesidir — “Ben bu kurumda yanlış bir şey gördüm ve bunu paylaşmaya değer buluyorum” demektir.
ACFE’nin raporu ihbarların %52’sinin doğrudan çalışanlardan geldiğini gösteriyor. Bu, şirket içindeki güven ortamının bir yansıması. Çalışan, bir suistimali veya etik dışı davranışı bildirebiliyorsa, bu o kurumda sesini duyurabileceğine inanıyor demektir.
Bu da hem liderlik hem de etik iklim açısından son derece olumlu bir tabloyu işaret eder.
İhbarlar sadece çalışanlardan gelmiyor. Müşteriler, tedarikçiler ve hatta rakipler gibi dış kaynaklardan gelen bildirimler, tüm ihbarların yaklaşık üçte birini oluşturuyor. Bu, etik uyum mekanizmalarının şeffaf ve erişilebilir olmasının ne kadar önemli olduğunu ortaya koyuyor.
Kısacası, kurumun dışındaki paydaşlar da “bu şirkette yanlış bir şey olduğunda sesimi duyurabiliyorum” diyebiliyorsa, o kurumun itibarı gerçekten sağlam temeller üzerine inşa edilmiş demektir.
İster içeriden ister dışarıdan gelsin…
Her ihbar bir riskin değil, bir iyileşme fırsatının habercisidir.
İhbar mekanizmaları yalnızca suistimalleri önlemez. Kurumlara “bizimle her şeyi konuşabilirsin” diyebilen bir güven kültürü kazandırır.
Unutmayalım: Etik kültür, yanlışın gizlendiği değil, konuşulabildiği yerlerde gelişir.