Evet, bu durum suistimal vakalarındaki en önemli davranışsal kırmızı bayraklardan biridir. ACFE’nin küresel suistimal raporuna göre vakaların %39’unda failler, gelirlerinin çok üzerinde bir yaşam standardına sahiptir.
Ancak unutulmamalıdır ki, bu tür göstergeler tek başına bir kişinin suistimal yaptığı anlamına gelmez. Kırmızı bayraklar, suçun kanıtı değil, riskin sinyalidir. Bu nedenle kurumların, bu sinyalleri etik, analitik ve sistematik bir bakış açısıyla değerlendirip risk yönetimi süreçlerine dâhil etmesi gerekir.
Şirketin satın alma yöneticisi, lüks bir araçla işe gelmeye başlıyor. Üstelik birkaç ay önce tatile çıktığında sosyal medyada paylaştığı karelerde, beş yıldızlı oteller, egzotik rotalar, pahalı markalar dikkat çekiyor.
Maaş skalasına bakıldığında bu yaşam tarzı mantıklı görünmüyor.
Ama kimse bir şey söylemiyor.
“Belki ailesinden destek alıyordur.”
“Eşi iyi kazanıyor olabilir”.
“Ne güzel, demek ki yatırım yapmış.”
Bu cümleler, çoğu zaman bir kurumun ilk göz yumduğu kırmızı bayrakların sessiz açıklamalarıdır.
Kişinin meşru gelir düzeyi ile yaşantısı arasındaki fark büyüdükçe, finansal baskı ve rasyonelleştirme ihtimali artar.
Bu iki unsur, Fraud Triangle (Suistimal Üçgeni) modelinin temel taşlarıdır.
Bir çalışan, gelirinin çok ötesinde bir yaşam sürmeye başladığında genellikle üç senaryodan biri yaşanır:
Bir üretim şirketinde satın alma sorumlusu, iki yıl içinde önce lüks bir otomobil aldı, ardından şehir dışında bir villa yaptırdı.
Başta kimse fazla sorgulamadı; “iyi kazanıyordur” diye düşündüler.
Ta ki bir ihbarcı, şirketin taşeronlarından birinin bu villanın inşaatında malzeme sağladığını ve bazı bölümleri bizzat yaptığını bildiren notu gönderene kadar…
Şüphelerin oluşması üzerine iç denetim bir çalışma yaptı ve bu tedarikçiden gelen yüksek tutarlı faturaların sistemde sadece satın alma sorumlusu tarafından verildiğini tespit etti. Üstelik bazı durumlarda talebin de satın alma sorumlusu tarafuından açıldığı belirlendi.
Araştırma ilerledikçe, satın alma sorumlusunun tedarikçiyle gizli bir anlaşma yaptığı, mağdur şirkete fiktif veya şişirilmiş faturalar düzenlendiği ve tutarın bir kısmının çalışana aktarıldığı ortaya çıktı.
Zinciri kıran ilk halka ise şuydu:
“O maaşla o villa nasıl yaptırılmış olabilir?”
Birçok kurumda bu tür sinyaller bilinir ama dile getirilmez.
“Kimsenin özel hayatına karışılmaz.”
“İspatlayamazsak ne olur?”
Bu yaklaşım, suistimallerin erken tespitini engeller.
Oysa amaç kişisel yaşamı sorgulamak değil, kurumsal riski tanımlamaktır.
Bu nedenle çalışan davranışlarına ilişkin olağan dışı göstergeler — yaşam standardında ani değişiklikler, beklenmedik mal varlığı edinimleri, sık borç talebi — sistematik olarak değerlendirilmelidir.
Bir çalışanın gelirinin üzerinde yaşadığını fark etmek, sadece bir detayı yakalamaktan çok daha fazlasını ifade edebilir. Veri analitiği bu farkındalığın en güçlü destekçisidir. Harcamalardaki tutarsızlıklar, tedarikçi ilişkilerindeki olağandışı hareketler, seyahat ya da temsil giderlerinde göze çarpan artışlar, erken uyarı sinyalleri verebilir. Bunlara ek olarak, bazen değişen yaşam tarzı, yeni bir araba ya da beklenmedik bir villa haberi, önce ekip arkadaşlarının dikkatini çeker. İşte bu yüzden güvenli ve anonim bir ihbar hattı, sessiz kalan o ilk gözlemi sesli hale getirebilir. Ve tüm bunların temelinde güçlü bir iç kontrol ve etik kültürü yatar. Yöneticiler sadece sayılara değil, davranışlara da bakar. “Görmezden gelme” refleksi kırıldığında, hem veri hem insan gözlemi birlikte çalışır ve risk, suistimale dönüşmeden fark edilebilir.
Cerebra olarak, şirketlerin satın alma birimindeki çalışanlarına ilişkin davranış temelli suistimal risklerini erken fark etmelerine destek oluyoruz.
Amacımız, olay gerçekleştikten sonra suçluyu bulmak değil, kurumun suistimali başlamadan fark edebilmesini sağlamaktır.
Hatırlatalım: Suistimalin en tehlikeli hali, kimsenin fark etmediği ya da fark ettiği halde konuşmamasıdır.